de görülmemiş bi r hızla artmaktadır. Dünyaya gelen her kişi, yiyecek ve giyecekten başlayarak, gelişmelere paralel olarak, daha varlıklı bir yaşam için gerekli, gereksiz herşeyi istemektedir. Artan üretim ve tüketim, artan enerji gerektirmekte, enerji de "bugün ve yakın gelecekte" daha çok, fosil kaynaklar denilen petrol, taşkömürü, linyit ve doğal gazdan sağlanırken, bunların yanması sırasında havaya diğer gazların yanısı ra, bol miktarda karbondioksit ulaşmaktadır. Dünya havasında gitgide zenginleşen karbondioksit, güneşten gelen ışınları geçirip yeryüzüne iletmekte, ancak yeryüzünün ısınması sonucu yerden havaya doğru yayınlanan kırmızı ötesi denilen ve sıcaklık yayan ışınları perdelemekte ve bunların bi r bölümünü tekrar yeryüzüne yansıtarak, havayı bitki serasında olduğu gibi ısıtmaktadır. Bilindiği gibi, bitki serasının cam tavan ve duvarları güneş ışınlarını geçirmemekte, ısınan tabandan yayınlanan ışınlar ise, kapalı olduğu için dışarı çıkamayan havayı ısıtmaktadır. Bu benzerlikten dolayı, karbondioksit ve diğer gazların havada birikmeleri sonucu havanın ısınmasına "bitki serası olayı" denilmektedir. Fosil kaynaklı yakıtlar yoluyla, 1987 yılında havaya 20 milyar tondan fazla karbondioksit ulaşmıştır ve bu miktar her geçen yıl çoğalmaktadır. 1987'de kişi başına düşen karbondioksit miktarı; ABD'de 22, F. Al manya'da 13, Japonya'da 8.5, Fransa'da 7, Türkiye'de 3, Çin'de 2.6 ve Afrika'da 1 tondur. Bu değerleri azaltabilmek şöyle dursun, güneyde artan nüfus ve kalkınma çabaları sonucu, bunların ilerde artımı nasıl dizginlenecektir? Şimdi denilebilir ki; yukarıdaki değerlere bakıldığında, bizim ve kalkınmakta olan ülkelerin katkıları zaten devede kulak kaldığından, bunları azaltma çabalarının ne önemi olabilir? Bu görüş de başka bir yanılgıdır! Çünkü l987'nin bu değerleri, beklenen aşırı nüfus artışı ve kalkınma sonucu, 15-20 yıl sonra çok değişecek ve kalkınmakta olan ülkelerin havaya saldıkları karbondioksit miktarı sanayi ülkelerininkini aşacaktır. Örneğin, geçen yıl uluslararası teknik bir toplantıda sunmuş olduğu bu konudaki çalışmanın (1) sonuçlarına göre, Türkiye'de 1989 yılında petrol taşkömürü ve linyit gibi fosil kaynaklı yakıtlar yoluyla havaya 140 milyon ton karbondioksit salınmıştır. İleride Türkiye'de kullanılacak yakıtlarla, nüfus artışlarıyla ilgili resmi planlama değerlerinin de gözönüne alındığı bu çalışma, Türkiye'nin fosil kaynaklı yakıtlar yoluyla havaya, 2005 yılında 4 1O ton ve 2010 yılında da 550 milyon ton karbondioksit salacağını göstermektedir. Örneğin eski F. Almanya'da 1989 yılında havaya salınan karbondioksit miktarı 743 milyon tondur ve hükümetin öngördüğü önlemler alınabilirse, 2005 yılında ve daha sonraki yıllarda bu miktar % 30 azaltılarak 525 milyon ton düzeyine inecekti r. Görülmektedi r ki, önlem alınmazsa, çok değil 13-18 yıl sonra, Türkiye'den havaya salınan karbondioksit, eski F. Almanya'nın ilerde beklenen değerine ulaşabilecekti r. Bugün dünyada, Türkiye gibi, yılda l milyondan fazla ve hatta daha hızlı nüfus artışlı daha birçok kalkınmakta olarl ülke vardır ve bu ülkeler de havaya benzer miktarda karbondioksit ve diğer gazlar salarak, hep birlikte dünya iklimini olumsuz yönde etkileyeceklerdir; birleşilerek bir önlem alınmazsa... Ve yukarıda belirtildiği gibi, iklimin etkilenmesinden doğacak felaketler ise, daha çok kalkınmakta olan ülkelerde başgösterecektir. Bugün dünyayı, okyanusta, fırtınada, dalgalarla boğuşarak ilerleyen, yaşlı teknesinde zamanla yüzlerce delik açılmış, ağır ağı r su alan bir gemiye benzeti rsek, sanırız pek yanlış olmaz. "Dünya Gemisi"nde, birlikte okyanusu geçme savaşı vermekte olan tüm dünya ülkeleri elbirliğiyle delikleri tıkamak yerine "delikleri kimler açtıysa, onlar tıkasın" ve ayrıca, "daha biz o kadar çok delik açmadık, işimize karışmaya hakları yok. Biz de hiç değilse onlar kadar delik açma hakkına sahibiz!" tartışması ve "kağıt üzerindeki haklılığı", zamanla gitgide çoğalarak su almayı sürdüren dünya gemiDDGAL GAZ DERGiSi SAYI. 26 sini, okyanusun öbür yanı yerine, ne yazık ki, dibine ulaştırı rsa; bu sonuca varmada tüm dünya halklarının payları bulunacaktır. Bunu gözardı etmememiz gerekir! Alınabilecek önlemlerin başında, kuşkusuz herşeyin kaynağı olan nüfus artışını frenlemek gelmelidir. İkincisi, savurganlığı azaltmak olabilir. Su, güneş, nükleer enerji gibi karbondioksit salmayan enerji kaynaklarını daha çok kullanmak, enerji üretirken, taşırken ve tüketirken verimi yükseltebilecek ve enerji kayıplarını azaltacak önlemler almak yerinde olur (Önlemlerin ayrıntıları için (1) ve (2) yayınlarına bakılabilir ). Her ülkenin, kendi bugünkü katkısının az ya da çok olduğuna bakmaksızın, havaya salınan gazların azaltılmasıyla ilgili ve kalkınmasını en az etkileyebilecek önlemleri "gönüllü olarak" almayı plan ve programa koyup, uygulamaya geçmesi, ondan sonra da diğer ülkelerle görüşme masasına oturup, birbirlerinin menfaatlerini gözetecek uzlaşma yollarını araması, bizce tek çıkar yoldur. B'u yolu çıkmaz sokak olarak görmemek gerekir. Politikada, silahsızlanma görüşmelerinde başarılı sonuçlar nasıl alınabildiyse, dünya halklarını felaketlerden koruma gayretlerinde de, görüşme ve uzlaşmayla, başarılı sonuca varılabili r umudunu taşımak, önlem almayı sadece başkalarından beklememek doğru yoldur. (1) World population growch, cncrgy dcmand and incrcasing CO2 cmissions cowards global warming-Estimation CO2 concribmion ofTurkcy, Arakan, Y. Induscrial Air Pollucion, NATO-ASI, Vol.31, Yayınlayan: Prof. Dr. Aysen Müczzinoğlu/M. E. Williams, 1992, Springcr-Vcrlag. (2) 05.06.1992 günkü Cumhuriyet, sayfa 20. (*) Tekııik l!etiJiııı Dergisi'ııiıı 5. sayısıııd"'ı alııııııı1rır. Dr. Yükse/ATAKAN (Fizik Yıi'k. Mıi'h.J 55
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=